Minik Kız
“Anne babasını hiç üzmeyen, uysal ve mükemmel minik kızlar ve oğlanlara ithafen…”
Minik bir kız çocuğu varmış. Annesini mutlu etmek için herşeyi yaparmış. Annesinin ondan ne beklediğini bilir ona göre hareket edermiş. Hatta bu konuda o kadar çok iyiymiş ki annesinin sözcükleri kullanmasına hiç gerek yokmuş. Bakışlarla anlaşabiliyorlarmış. Küçük kız annesinin ne istediğini gözlerinden anlıyor ve anında yerine getiriyormuş. Konuştuğunda eğer söyledikleri annesinin hoşuna gitmiyorsa annesi ona bakar bakmaz bunu anlıyor ve anında susuyormuş.
Ne zaman uyuması gerektiğini ne zaman uyanması gerektiğini, nereye gidip nereye gitmeyeceğini, kiminle konuşup kiminle konuşmayacağını, ne giyeceğini, ne yiyeceğini hep annesi belirliyormuş. Küçük kızın kendisini yormasına hiç gerek yokmuş çünkü annesi onun için her şeyi düşünüyor kızı için neyin doğru neyin yanlış olduğunu her zaman söylüyormuş. Küçük kızın canı bazen sıkılıyor, bazen arkadaşlarıyla oyun oynamak istiyor, bazen de sadece içinden geldiği gibi pencereden dışarı bakmak istiyormuş. Ama her şeyin bir yeri ve zamanı varmış öyle her canın istediğinde arkadaşa gidilmez, boş boş camdan dışarı bakılmaz, her zaman oyun oynanmazmış. Hangi zamanın oyun zamanı olduğuna annesi karar veriyormuş. Öyle çocukların her canı istediğinde oyun oynaması mümkün değilmiş. Çocuklar canlarının istediğini canları istediği zaman yaparlarsa şımarırlar, ileride çok sorumsuz yetişkinler olurlarmış. Hayatın gerçeklerine şimdiden alışması gerekiyormuş. Bu yüzden oyun oynamak için o mükemmel anı beklemek gerekiyormuş. Bu an ise, bütün ödevlerin yapıldığı, evdeki işlerin bittiği, annenin yüzünün güldüğü, hiç kimsenin birbirine bağırmadığı o nadir mükemmel anmış. Ama hep bir aksilik çıkıyormuş çünkü minik kız büyük bir sabırla beklediği o oyun anlarına kavuştuğunda kendini bir türlü oyuna veremiyormuş. Aklı hep başka yerlerde oluyormuş içinde hiç tanımlayamadığı bir türlü geçmeyen bir sıkıntı varmış. Midesinin ortasına oturmuş simsiyah yuvarlak bir taş varmış sanki. Bu yüzden yüzü de pek gülmüyormuş. Bazen çok uzaklara dalıyor etraftakilerin ona seslendiğini duymuyormuş. O’na seslendiğini duymadığı zaman annesi O’nu çok azarlıyormuş. Anneyi bilerek duymazdan gelmek çok saygısızca bir davranışmış. Üstelik çok da günahmış. Küçük kız gerçekten annesine O’nu duymadığını söylese bile kimse O’na inanmıyormuş.
Minik kızın en çok huzur bulduğu yer bahçedeki mandalina ağaçlarının altıymış. Mandalina ağaçlarının altında taşlardan kendine ev yapar evin içine bir mutfak, bir salon bir de çocuk odası yaparmış. Bu oyunu oynarken kendini gerçekten o evin içinde hayal eder mutlu bir ailenin parçası olduğunu düşlermiş. Bu oyun zamanlarında da etraftaki gerçek dünya kaybolur yerine hayallerindeki dünya gerçeğe dönüşürmüş. Oyun bitip de güneş batmaya yaklaştığında korkuya kapılırmış. Ya annesi O’nu çağırdı ve duymadıysa, ya annesinin yapılmasını söylediği bir şeyi unuttuysa. Deli gibi çarpan kalbinin uğultu yüzünden artık hiç bir şey duyamaz olurmuş. Kendisine söylenen ve yapılmayan bir iş var mı diye düşünüp dururmuş. Bu düşünceler yüzünden başı çok ağrırmış.
Ama öyle çocukların sürekli oram ağrıyor buram ağrıyor diye şikayet etmeleri çok yanlışmış. Bu şikayetler işten ya da okuldan kaçmak için bir bahane olabilirmiş. Hem anneler ve babalar da çok yoruluyor her gün bir yerleri ağrıyormuş ama yine de çalışmaya devam ediyorlarmış. Anne babalar çok çok fedakarmış, çocuklarına bakmak için sabah güneş doğmadan uyanıp çalışmaya başlıyor her türlü fedakarlığa katlanıyormuş. Anne baba bu kadar çok fedakârlığa katlanıp çocukları beslemek onları okutmak için çırpınıp dururken çocukların hiçbir şeyden memnun olmamaları tam bir nankörlükmüş. Anne ve Babalar bu kadar uğraşıp didinmelerine rağmen çocuklarının memnun ve minnettar olmamalarına çok kızıyorlarmış.
Küçük kız da bu sorunun cevabını hep düşünürmüş. Annem Babam bizim için bu kadar çok çalışırken ben neden mutlu olamıyorum diye üzülürmüş. Anne Babasını çok sever O’nları mutlu etmek için ne isteseler yaparmış. Hele Babası O’nu; “Benim akıllı kızım” diye sevdiğinde mutluluktan havalara uçrmiş. Bu yüzden okulda dersleri anlamadığı zaman çok utanır, hiç kimseye anlamadığını söyleyemezmiş. Çünkü bu kadar basit bir konuyu anlayamamak sadece aptallara özgüymüş.
Hele matematik dersi tam bir kabusmuş. Tahtaya yazılan rakamları aklında tutmak çok zormuş. Öğretmen anlamayanlara öyle bir bağırıyormuş ki, minik kız hiç bir şey anlamadığı halde anlamış gibi yapıyormuş. Çarpım tablosunu ezberlemeyenlerin ellerine cetvelle vuruyormuş. Bu yüzden çarpım tablosunu ezberlemek için evde sürekli çalışıyor ama sürekli unutuyormuş. Rüyasında sürekli okulda Öğretmeninin önünde çarpım tablosunu söyleyemediğini ve bütün sınıfın ona güldüğünü görürmüş. Bu rüyaları gördüğü gecelerin sabahında başı her zamankinden daha çok ağrır ve okula gitmek istemezmiş. Ama okul çok önemliymiş. Anne Babası öyle eğitim imkanlarına sahip olamamış, Anne Babasının hayal bile edemeyeceği eğitim imkanlarına sahipken kendisinin okula gitmek istememesi tam bir şımarıklıkmış. Kendisi okumalıymış çünkü eğitim olmadan iyi bir geleceğe sahip olması imkansızmış. Bu yüzden başı da ağrısa okula gitmek zorundaymış. Minik kız, başı ağrısa da okula gider, güçlüklü de olsa çarpım tablosunu okulda ezberinden okumaya çalışırmış. Fakat 7 rakamına gelince dili tutulur her şeyi unuturmuş. Yedi kere bir yedi, yedi kere iki ondört, yedi kere üç…. işte yedi kere üçten sonrasını hatırlayamaz, hatırlayamadıkça yüzü utançtan alev alıp yanmaya başlarmış. İşte o zaman, öğretmen yavaşça gelir, sigara kokan ellerini küçük kızın kulağına yaklaştırır ve kulak memesini yukarı çekermiş. Çalışmadığı için ezberleyemediğini bunun küçük kızın hatası olduğunu söylermiş. Küçük kız bütün akşam boyunca çalıştığını ama yine de ezberleyemediğini anlatamazmış. Çünkü o anda bütün yüzü alev alev yanar, kalbi deli gibi çarparmış. Öğretmeni kulağını bırakınca yerine oturur, gözyaşları yanaklarından süzülürmüş.
Dersleri çok iyi olmasa da o kadar uslu bir kız olduğu için veli toplantılarına giden babasına öğretmenler hep çok iyi şeyler söylermiş. Kızının çok uslu, terbiyeli bir kız olduğunu, hiç şımarmadığını, sınıfta hiç konuşmadığını, bahçede bile koşmadığını diğer şımarık kızlarla hiç oynamadığını anlatırlarmış. Minik kız, babasının kendisiyle gurur duymasına çok sevinirmiş. Babası O’na; aferin kızım beni hiç utandırma olur mu? Dermiş. Bu yüzden minik kız babasını utandırmamak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışırmış. Anne ve Babasının söylediği her şeyi harfiyen yerine getirir, oynama dedikleri komşu kızlarıyla oynamaz, giyme dedikleri kıyafetleri giymez, gitme dedikleri yerlere gitmezmiş. Komşu teyzeler bu minik kızın bu kadar olgun ve mükemmel olmasını hep övermiş, “bizim çocuklar çok yaramaz senin kızın çok uslu maşallah” derlermiş.
Günler günleri kovalamış, minik kız büyümüş. Güçlükle de olsa üniversiteyi kazanmış, okula başlamış. Okulun ilk günü bütün öğrencilerin toplandığı amfide boş bir sıraya oturup hocanın gelmesini beklemiş. Beklerken yanına genç bir çocuk oturmuş, çocuk uzun boylu çok yakışıklı bir çocukmuş. Sohbet etmeye başlamışlar, kız bu çocuktan hoşlanmaya başlamış. Çocuğa baktıkça yüzü kızarıyor utanıyormuş. Ders bitince çocuk kıza dışarıda bir cafede kahve içmeyi teklif etmiş. Ama bunu duyunca şimdi büyük olan minik kız çok korkmuş, kalbi deli gibi atmaya başlamış. Aklına annesinin ve babasının söyledikleri gelmiş. Bütün erkeklerin tek amacının kadınları kullanmak olduğunu, erkeklerle gezip tozarsa tecavüze uğrayacağını hatırlamış. Çocuğa hayır deyip hızlı adımlarla O’ndan uzaklaşmış. Çocuk arkasına bakakalmış. Şimdi büyük olan minik kız, her gün uzaktan çocuğa bakıyormuş, ama çocuk O’nu çoktan unutmuş bile. Yeni arkadaşlarıyla sohbet edip gülüyor, kızın farkına bile varmıyormuş. Günler böyle akıp giderken, yurttaki odasında pencereden dışarı bakıp düşncelere daldığı bir gün, minik kız, hoşlandığı çocuktan daha fazla kaçmak istemediğini ve onunla konuşmak istediğini anlamış. Bütün cesaretini toplayarak ertesi gün oğlanın karşısına çıkacak ve eğer isterse O’nunla bir kahve içebileceklerini söyleyecekmiş. Bu kararının heyeceanıyla içi içine sığamaz olmuş, bütün gece heyecandan uyuyamamış. Ertesi gün büyük bir neşeyle uyanmış. Her zaman arkadan at kuyruğu yaptığı saçlarını bu sabah serbest bırakmaya karar vermiş. Uzun koyu kestane saçları omuzlarına dökülmüş. Okula vardığında gözleri oğlanı aramış ama görememiş. Amfiye girip boş bir sıraya oturup O’nu beklemeye başlamış. Kızın kalbi deli gibi çarpıyormuş, çocuğa ne söyleyeceğini kafasının içinde milyonlarca kez döndürüp tekrarlamış ama yine de çocukla konuşurken ne söyleyeceğini untmaktan ödü kopuyormuş. Tıpkı küçükken çarpım tablosundaki yedileri nasıl ezberleyemediyse şimdi de çocuğa söyleyeceklerini sürekli unutuyormuş. Çocuk amfinin kapısından belirince şimdi büyük olan minik kızın kalbi deli gibi çarpmaya başlamış, çocuk daha kapıda olduğu halde minik kızın yüzü alev alev yanmaya başlamış. Sonra bir şey olmuş. Kızın kalbi birden çarpmayı bırakmış, yüzü donmuş. Etraftaki tüm sesler kesilmiş. Çocuk amfiye yalnız girmemiş, yanında el ele tutuştuğu çok güzel bir kız varmış. Kızın sapsarı uzun saçlarına, dudağındaki ruja, kuaförde alınmış kaşlarına takılmış bizim minik kızın gözleri. Sonra etraftaki her şey donmuş. Hiç ses duyulmaz olmuş. Hoca ders anlatmaya başlamış ama kızın kulakları sanki sağır olmuş, hocanın söylediği hiçbir şeyi duyamamış. Titreyen elleriyle kitaplarını toplamış, sınıftan çıkmak istiyor ama ayaklarını hareket ettiremiyormuş. Güçlükle ayağa kalkmış, amfiden dışarı çıkmış. Etraf çok sessizmiş, hiç hareket, ses yokmuş. Binanın dışına çıktığında yağmurun kokusunu duymuş, yağmur O’na mandalina ağaçlarını hatırlatmış. Sonra minik kız deli gibi koşmaya başlamış, yanakları sırılsıklam deli gibi koşmuş koşmuş koşmuş, kulaklarında sadece rüzgarın uğultusu varmış….
Songül Reyhanioğlu Darı
https://www.instagram.com/av.songul/
1978 yılında Antakya’da doğdu. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra bir süre serbest avukatlık yaptı. İlk oğlunun doğumundan iki yıl sonra işine ara verip oğlunu büyütmeye karar verdi. İkinci oğlunun doğumuyla birlikte kendini tam zamanlı annelik yapmaya, ebeveynlik kavramı üzere düşünmeye, araştırmaya, okumaya adadı. Okumayı, düşünmeyi, araştırmayı, soru sormayı, fotoğraf çekmeyi, sever. Doğada huzur bulur. Attachment Parenting Savunucusudur.