Okul!

“Ne anlam ifade ediyor sizin  için bu sözcük?”

Belki bazılarımız için çocukluk hatıralarından fırlayan korkulu bir rüya,  bazılarımız için ise nefes alınan bir yer. Benim için dış dünyaya açılan bir kapı,  içinde kelimelerin, arkadaşların, oyunun olduğu evden, ev işlerinden uzakta geçirilen bir kaç saat anlamına geliyordu.

O zamanlar hatırladığım kadarıyla bütün kız arkadaşlarım okulu seviyordu.  Çünkü biz bol ev işinin, bol çocuğun ve bol sorumluluğun  olduğu bir köyde doğmuştuk. Okula gitmek demek evin boğucu havasından kaçmak demekti. Oyun oynamanın o kadar iş dururken “şımarıklık” sayılmadığı bir yerdi.  Köyler şimdiki gibi şehir havasından sıkılmışların gidip dinlendiği, doğal beslenme tutkunlarının akın ettiği yerler değildi. Küçücük evlerde  çoluk çocuğa yetişmeye çalışan, tarladaki işlerden, sağılacak ineklerden, kışın yakılacak soba için taşınacak odun kömürden,  su taşımaktan, bahçe bağa bakmaktan sıtkı sıyrılmış anneler,  yeni ayaklanmaya  başlayan  çocuklara hele de kız çocuklarına hemencecik sorumluluğu veriveriyordu. Yaş farketmeksizin büyük abla kendisinden küçüklere bakmak, büyük erkek çocuk ise tarlada bağda bahçede tüm işlere yardım etmek zorundaydı.  İşte benim için de okul sihirli bir zaman dilimiydi. Başka bir dünyaya girmek demekti.

Okulun Hayat Bilgisi  kitabında resmedilmiş  saçı topuzlu, etekli, ayağında topuklu ayakkabısı olan  evin annesinin, gazete okuyan babayı ve halının üzerinde oyuncaklarıyla oynayan bir kız bir erkek çocuğu sofraya çağırdığı o resim  benim hayal gücümü coşturmaya yetiyordu.

Sofradaki yiyeceklerden, çocukların halı üzerinde oynadıkları oyuncaklara kadar her ayrıntıyı büyük bir hevesle inceliyordum.

Okulun ilk yıllarında bize pek de şefkat göstermeyi beceremeyen, mendillerimizin kirli  oluşunu cetvelle minik parmaklarımıza vurarak cezalandıran   ilkokul öğretmenim bile okula gitme hevesimi kıramıyordu.

Yıllar sonra evlenip çoluk çocuğa karışınca  oğlumun ilk okul gününde  büyük bir heyecanla okul kapısında  sınıfa girişini izlediğimi hatırlıyorum. Yüzümde bir gülümseme zihnimde okula başlayan küçük Songül’ün görüntüleri vardı. Oysa yaşamın bana büyük hem de çok büyük  bir sürprizi vardı. Oğlum okulu sevmemişti!

Sınıfa girmek istemiyordu. Diğer arkadaşlarıyla birlikte sınıfa girmek yerine bacağıma yapışmış korkudan dudakları morarmış bir şekilde yanımda duruyordu. Tüm çabalarıma konuşmalarıma rağmen okula gitmek istemiyordu. Kabus gibi geçen ilk haftaların ve okula gitmek zorundasın!ların ardından istemeye istemeye okula gitmeye başladı. Fakat aradan geçen 7 yıl boyunca  asla okula severek gitmedi. Bunun nedenleri üzerine okunan onlarca kitap makale, okul değişikliği rehberlik öğretmenleri, psikologlar kar etmedi. Hayat bana bir kez daha çok güzel bir ders vermişti. Hayatta kesinlikler, siyah beyazlar yerine belirsizlikler, olasılıklar bilinmezlikler vardır.  Ve esnemek gerekir. Her halde o zamanlar yani küçük bir kızken okuldan nefret eden bir çocuğa sahip olacağımı  söyleselerdi gülerdim.

Şimdi o günlere geri döndüğümde yaptığım hataların hepsini görebiliyorum fakat kim bir  hatayı yaparken yaptığı anda bunu fark edecek kadar derin bir iç görüye sahip olabilir ki!

Bir çocuğun okulu sevmemesinin buraya sığmayacak kadar uzun bir listesi olabilir.

Bu listeyi çocuktan kaynaklanan nedenler, okuldan kaynaklanan nedenler diye kategorize etmeye kalksanız bile bunlardan hangisinin size uyduğunu bulmanız için muhtemelen okulu sevmeyen bir çocuk vakasının  üzerinden biraz zaman geçmesi gerekir. Zira insan her zaman  geriye dönüp baktığında olan biteni yaşandığı ana kıyasla  daha net görür.

Fakat üzerinden uzun bir zaman geçtiğine ve zamanla anneliğin  insanın kafasındaki tüm beklentilerden sıyrılmak olduğunu anladığıma göre artık okul korkusu üzerine konuşabilirim:

  • Okul korkusu

Bir sabah Hayatınızda hiç görmediğiniz 20 insanla toplam 15/20 metrekareden hallice bir sınıfa kapatıldığınızı hayal edin. Bu sınıfta hiç tanımadığınız insanlarla sohbet etmeniz isteniyor. Üstelik sıkıldığınızı ve sınıftan çıkmak istediğinizi söylediğiniz zaman öğretmeniniz size “aa olur mu hiç öyle şey bak burada çok hoş insanlar var ve onlarla sohbet etmek zorundasın” diyor. Eşiniz sınıf kapısında sizi bekliyor, hasbelkader dışarı çıkıp ben bu ortamı sevmedim hadi eve gidelim diyorsunuz ama eşiniz size; ne münasebet alışana kadar ben seni dışarda bekliyorum hadi sınıfa git ve arkadaş bulmaya çalış! Diyor. Kulağa şimdi bile korkunç geliyor!

Okula yeni başlayan çocuğunuzun ruh halinin aşağı yukarı buna benzediğini tahmin etmek zor değil. Tabii ki  okula coşkuyla giden bir  çocuğa sahip şanslı insanlardan biri değilseniz.

Peki nedir bu işin çözümü, çocuğun okula severek gitmesi imkansız mı?

Tüm yanlış yolları gitmekte ısrar ettikten sonra doğru yolu bulan inatçı şoförler gibi ben de ikinci çocukta okula gitme konusunda başka bir yol olduğunu anladım.

Bu yol ise çocuğu takip etmek, senin için iyi ve güzel olan ile O’nun için iyi ve güzel olanı ayırdedebilmek için; O’nu tanımak, korkularını, endişelerini anlamak ve anlatmasına fırsat vermek. Yönlendirmemek, dayatmamak, tanımak, seçenek sunmak, tanıtmak, göstermek…. Ve en önemlisi de okula başlamadan önce BAĞ-LAN-MAK!

Her ağladığında, üzüldüğünde, sevindiğinde önyargısızca kabul edilen, bir kalıba sokulmaya çalışılmamış, duygularını ifade ettiğinde eleştirilmemiş, dolayısıyla doğduğu evde koşulsuz bir şekilde sevilmiş çocuklar seçenek sunulduğunda, kendilerine uygun bir ortam bulduklarında sorunsuzca bu yeni ortama uyum sağlayabiliyor. Zira alacağı  zamanaşımına uğramayan müzmin alacaklılar gibi aklı evde/işyerinde olan annesinde  kalmıyor. Fakat bu bile sonucu garanti etmeye yetmez.  Bu çok faktörlü okul meselesinde sizin güvenle bağlandığınız çocuk, şefkat göstermekte cimri bir öğretmene uyum sağlayamayabilir mesela!

Katı kurallar, zorla yemek yedirmeler, hayır o oyuncağı şimdi yerine bırak, hikayeyi dinlerken kimseyle konuşma ihtarları çocuğunuzun bünyesine ters gelebilir.

Bol oyunlu, çocuksu davranışların hoş görüldüğü, cezalandırma eğilimi olmayan bir okul bile çocuğunuza sevimli gelmeyebilir. Kanı ısınmadıysa zorlu günler sizi bekliyor demektir.

Okullar açılmadan aylar önce okulu uzaktan/yakından göstermek, gidilecek okul hakkında sohbet etmek, hangi saattlerde çocuğun okuldan çıkacağını, çıkışta okuldan sonra neler yapılacağını konuşmak, okuldan çıkan başka çocukların anneleri tarafından nasıl alındığını göstererek anlatmak. (Çünkü çocukların en büyük korkusu okulda unutulmak) Kendi tedirginliğinizi çocuğa bulaştırmamak, tarafsızca O’nun hislerine kulak vermek. Bunlar da işe yarayabilir. Ama eğer hiç biri işe yaramıyorsa, diğer her sorunda yaptığınız gibi sabırla ve sakince O’na bakmak, O’nu dinlemek, anlamaya çalışmak, ne hissettiğini görmek ve tüm duygularıyla birlikte  O’nu kabul etmek gerekiyor. Çünkü katılığı değil esnekliği seçtiğinizde O’nunla uyumlanırsınız.

Olmasını istediğiniz çocuğa değil de halihazırda sizinle birlikte filizlenerek kendi özgün kimliğini oluşturan  çocuğunuza odaklandığınızda size elini uzatır.

Sonuç  olarak 8 yaşındaki oğlumun dediği gibi; çocuğunuz okulun ilk günü arkadaş edinememekten korkuyor olabilir, derslerini yapamayacağını sanıyor olabilir, okulun ilk bir kaç günü dayanması gerekiyor. Sonra yavaş yavaş arkadaş edinir ve okulu sever.

Songül Reyhanioğlu Darı

www.instagram.com/av.songul/

1978 yılında Antakya’da doğdu. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra bir süre serbest avukatlık yaptı. İlk oğlunun doğumundan iki yıl sonra işine ara verip oğlunu büyütmeye karar verdi. İkinci oğlunun doğumuyla birlikte kendini tam zamanlı annelik yapmaya, ebeveynlik kavramı üzere düşünmeye, araştırmaya, okumaya adadı. Okumayı, düşünmeyi, araştırmayı, soru sormayı, fotoğraf çekmeyi, sever. Doğada huzur bulur. Attachment Parenting Savunucusudur.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir