Bağlanmak Ama Nasıl…

Annemizin karnındayken bildiğimiz tek dünya/mekan orasıdır ve bir rutin sürer gider. Vakti geldiğinde de bebek biz “cesaretle” doğumu başlatırız ve ne olduğunu bile bilmediğimiz başka bir dünyaya doğarız. Doğduktan sonra bizim (bebek) için annemiz ayrı bir varlık değil kendi uzvumuz gibidir ve ardından yavaş yavaş annemizin kendimizden ayrı bir varlık olduğunu fark ederiz. Bu farkedişle birlikte ben ve “öteki” kavramı da hayatımıza girmiş olur. Ve bu ötekiyle (anne) olan “ilişki”mizin şekli , daha sonra diğer ötekilerle (kişi, nesne, şey) kurulacak ilişkilerimizin de şeklini belirleyecek çerçeveyi oluşturur.

Yani insan için yaşamının en temel meselesi ilişkidir. Çünkü aslında hayatın kendisi ilişkiler silsilesidir ve insanın yaşamdaki anlamını belirleyen de ilişkilerinin “nasıl” olduğu, bu ilişkiler vasıtasıyla kendini nasıl anlamlandırdığıdır.

 

Bebek aslında doğduğu andan itibaren içgüdüsel olarak ilişki kurma eğilimindedir. Hepimiz bebekken bu eğilimle hareket etmiş, ilişki kurmaya çalışmışızdır. Öncelikle annemizle (ardından babamızla) kurduğumuz bu ilk ilişkinin “şekli şemali” kendimizi bu hayatın içinde anlamlandırma sürecimizdeki temel belirleyicidir. Kendimizi nasıl anlamlandırdığımız (değerli/değersiz, önemli/önemsiz, sorun çıkarmaması gereken, sorunları çözen, herşeyi düşünen, hep sorun çıkartan vb.) sonraki ilişkilerimizi nasıl yaşayacağımızın da belirleyicisi olur. Yani örneğin anlamımız ya da şöylede söyleyebiliriz kendimizle ilgili oluşturduğumuz inançlarımızdan biri “hiç sorun çıkartmayan”sa, seçimlerimiz ya da ilişkide aldığımız rol de genellikle bu doğrultuda olur. Öncelikle kendimizi, kendi beklentilerimizi düşünmeden ve hatta beklemeden, karşı tarafın isteklerine ya da beklentisine göre hareket eder, sorun çıkarmayız.

Peki varlığımızın anlamına yönelik inançlarımızın oluşumu nasıl bir sürecin getirisidir?

Biz ilişki ile var olurken yavrumuzla kurduğumuz ilişkide de onun var oluşunu sağlarız. Yani en önemli özelliği yaratıcılık olan insan karşısındaki tarafından yaratılır ve aynı zamanda karşısındakini yaratır. Bu nedenle bu ilk ilişkide çocuk annesini kendi temsil edilmiş hali olarak görür. Annenin kim olduğunu kendisinin kim olduğu gibi hisseder. Örneğin anne güçlü ise çocuk da güçlü hisseder, anne kaybolmuş ise çocuk da kaybolmuş hisseder. Benlik arayışı içindeki anne benlik arayışı içinde bir çocuk yaratır. Çocuğun bireysel olarak bir ben olabilmesi için annenin de ben olması gerekir. Değerli bir anne değerli bir çocuk; güvenli bir anne, güvende hisseden bir çocuk yaratır. Anne bağımsızsa çocuğunun bağımsızlığını destekler. Bağlanma sorunu olan bir anne de bağlanma sorunları olan bir çocuk yetiştirir. (Burada anne üzerinden yazılmasının nedeni kurulan ilk ilişkinin anne ile oluşundandır. Ancak yaşamla kurduğumuz bağlarda babanın etkisi azımsanamayacak kadar yoğundur). Peki bağlanma sorunu nedir?

Hayatın kendisi ilişkiler silsilesidir. Geçmiş, şu an gelecek, ben, sen , o, katı-sıvı-gaz, canlı, cansız, durağan-kaotik herşey ama herşeyin birbiriyle olan ilişkisi bütünü oluşturur.  Dolayısıyla bağlanma sürecinde sorun o bütüne ait olamama hissini de beraberinde getirir. Anne-çocuk ilişkisi ile ilgili gerek bireysel seanslarda gerekse grup çalışmalarında bağ kurma konusunda sıkıntı yaşayan annelerin , kendi çocuklarının rolüne girdiğinde farkettiği en önemli duygu çocuklarının rolündeyken hissettikleri yalnızlık duygusu ve kaybolmuşluk hissidir.

Bağlanma kuramının geliştiricisi Bowlby, annelerinden ayrılmış ve bir başkasının bakımına muhtaç çocuklarda; psikodramanın geliştiricisi Moreno da Viyana’da mülteci kamplarında barakalarda  bir arada yaşayan ve ancak birbirini seçerek değil de zorunlu olarak bir araya gelmiş olan kişilerde daha fazla psikolojik sorun ve daha fazla hastalığa rastlandığını tespit etmişlerdi. Bowlby’in çocukları yeterli bakım almalarına rağmen sorunlar yaşamaktaydı. Moreno’nun mülteci kamplarında birbirlerini tercih ederek bir araya gelenlerde, zorunlu olarak bir araya gelenlerle şartlar aynı olmasına rağmen daha az hastalık görülmekteydi. Bu da yine aynı şekilde bedensel bakım eksik olsa da ilişkinin “olumluluğunun” ya da yaşattığı pozitif duyguların varlığının daha fazla olmasının, kişisel bağların ve duygu akışının varlığının, fiziksel ve duygusal dünyamızı nasıl etkilediğini göstermiştir. Buradan yola çıkarak tekrar etmek gerekir ki ilişkideki duygu akışının olumluluğu bağlanmanın varlığından bahsedebilmek adına önemli bir belirleyicidir. Bu nedenle bağlanma sorununu ele almak istediğimizde konu bağlanamamak değildir, asıl mesele bağlanma biçimimizin “bağlılık” şeklinde mi “bağımlılık” şeklinde mi olduğudur.

Bağlılık ve bağımlılık arasındaki farkı kısaca şöyle tanımlayabiliriz; Ben ve öteki (kişi, nesne, ‘şey’ ne dersek diyelim) arasındaki “bağ”da aradaki duygular olumlu ise (sevgi, huzur, güven vb.) burada bağlılıktan söz edebiliriz. Bağlılık çatısı altındaki ilişkide olduğumuz halimizle varızdır, kendimizi karşı tarafa beğendirme veya kabul ettirme ihtiyacı hissetmeyiz, böyle bir his olmadığı içinde kendimizi değiştirmeye çalışmayız. Duygularımızı, hissettiklerimizi, fikirlerimizi, inançlarımızı kabul edilip edilmeyeceği kaygısı yaşamadan (ve tabi uygun bir dille) ifade edebiliriz. Bu nedenle de içinde kaygı barındırmayan ilişkilerdir bağlılıkla kurulan ilişkiler. Eğer aradaki ilişkide duygu olumsuz (temel duygu olarak kaygı ve farklı tezahürleri olarak kaybetme korkusu, kabul edilmeme kaygısı, terk edilme kaygısı, beğenilmeme kaygısı, öfke vb.) ise burada konuşacağımız şey bağımlılıktır ve bağımlılık ilişkide kontrol dışı tepkiler vermemize, ani öfkelenmeler yaşamamıza, kaybetme korkularıyla hareket etmemize, kendimizi kendiliğimizle değil de kabul göreceğine inandığımız halle ortaya koymaya çalışmamıza, suçluluk duygularına neden olur. Kıskançlıklar, güvensizlikler, herşeyi kontrol etmeye çalışmalar buraya aittir.

Bağımlılığın diğer yansımalarına bakmadan önce bağlanma sürecinin temelde neleri barındırdığını şöyle ele alabiliriz;

“Bağlanma kuramındaki süreci en temel haliyle ve kısaca tanımlamak gerekirse anne-bebek ilişkisinde, anne ile bebeğin baştaki bir oluş hali kendisini “ayrı bir varlık” olarak hissetmeye henüz hazır olmayan bebeğin hayatta kalmak için ihtiyacı olan güvenlik duygusuna da temel oluşturarak, onun dünyayı güvenli bir yer olarak algılamasına ve bu sarmal içinde hayata ısınmasına yardımcı olmaktadır. Bebek aldığı bakımla (sadece fiziksel değil duygu akışının varlığı ile de) gelecekteki varlığına güven duymasının temellerini atar. Bebeğin anne ile ilişkisiyle oluşturduğu içsel modeller, bakım verene ilişkin değerlendirmelerle birlikte, çocuğun bakımı hak etmeye yönelik kendilik değerini de içerir. Güvenli bağlanan bir çocuk olumlu ve güvenilir bir bakım veren ile , sevgi ve dikkati hak eden bir kendilik modeli geliştirerek bu varsayımı daha sonraki ilişkilerine de taşıyabilir.(Türköz,2013) Bu süreçte anne ve bebek birbirlerinin ritmik yapısını öğrenir ve kendi davranışlarını bu yapıya uyum sağlayacak  biçimde değiştirir. Anne, birliktelik sırasında bebeğin duygu durumunu ne kadar iyi düzenliyorsa onun uzaklığı tolere etmesini de o derece kolaylaştırır. Anne bebeğin yeniden bir araya gelme ihtiyacına ne kadar duyarlı ise, ilişki de o denli eş zamanlı olur. Bu karşılıklı uyumluluk içeren etkileşimler, bebeğin sağlıklı duygudurum gelişiminin temelini oluşturur.(Türköz, 2013)

Anne bebeğin ayrı kalabilme kapasitesini farkederek bunu destekleyecek şekilde ayrı kalabilmelidir. Yeniden bir araya gelindiğinde güvenli üs olarak bebeğe sağlayacağı olumlu duygular bebeğin ayrılıkla baş edebilme süreçlerinin gelişimine katkı sağlar.

Diğer taraftan bağlanma ilişkisinde her zaman optimal uyum söz konusu değildir. Bağın bozulduğu ve onarım gerektirdiği anlar vardır. Anne çocukta uyanan stres tepkisini ve negatif duygu durumunu düzenlemeyi, yeni bir uyuma geçmeyi başarırsa, olumsuz bir yaşantının ardından yeniden olumlu bir yaşantının gelmesi, çocuğa olumsuzluğun sürdürülebilir ve bitirilebilir bir durum olduğunu öğretir.(Türköz,2013)  “

Yazının başında belirttiğimiz haliyle bütün bu süreç sayesinde anne çocuk için bir kendilik yaratmış olur, çocuk da yarattığı anne ile daha sonra hayatına girecek “diğerlerini” ve bu yaşamda var olan “kendini” yaratır. Sürecin bu şekilde yaşanması çocuğun kendisiyle de ilişki kurmasını, başkalarıyla da ilişki kurmasını ve tüm bu ilişkilerde terk edilme kaygısı yaşamadan ve olumsuzluklar karşısında baş edememe hissi yaşamadan varlığını sürdürmeye devam etmesini sağlar.  Bu deneyimin aksi halinde yaşamla ilişkimizde aşağıda belirtilen sorunlar yaşanabilir.

En belirgin olanı; kişi ilişki kurmaya ihtiyaç duyarken, aynı zamanda ilişki kurmaktan korkar. Kişinin bilinç düzeyinde farkında olmadığı ve ama aslında arka planda ilişki biçimlerini etkileyen bu korkunun varlığı kişinin ilişkilerine olumsuz olarak yansır.

Bu durum kendisini farklı biçimlerde gösterebilir. Bu, karşı tarafla olan ilişkiyi reddetme, karşı tarafı itmek şeklinde de olabilir ya da herşeyle ilişki kurmaya çalışma ve ama tüm bu ilişkilerde olumsuz (kaygı, öfke, sevilmeme kaygısı vb.) duyguların verdiği kaygıyla bu ilişkiyi var etmek için aşırı çaba harcama şeklinde de olabilir.

Karşı tarafla olan ilişkiyi sürdürmekten korkmada kişi, ait olma ihtiyacı hissederken ait olmaktan korkar. Bir diğer yandan karşısındakinin ait hissetmesi de onu korkutur, burada korkutan karşı tarafın aidiyetten vazgeçme ihtimalidir, bu nedenle de terk edilme korkusu eşlik eden en önemli korkudur. Tıpkı bir annenin çocuğu onu istemediğinde, başkasına yöneldiğinde, herhangi bir nedenle yüzüne bakmadığında hissettiği ‘panik’ gibi. Karşı tarafın bağlanmasından kaygı duymak karşı tarafı itmeye çalışmaya neden olur. Bebek bağlanmak istediğini belli ettikçe bundan kaçmaya çalışmak, bebek “yapıştıkça” itmek ya da bebek “yapıştıkça” bundan kaygı duymak bu kaygının getirisidir. Ve ama aslında bakım veren ittikçe ilişki kurma ihtiyacı olan bebek daha da yakınlaşmaya çalışır. Bu en temelde kişinin kendi ilk ilişki deneyimlerinde hissettiği terk edilmişlik hissi ve ayrılık acısıdır. Dolayısıyla aynı acıyı yaşama ihtimalinin verdiği kaygıdan kaçmaya çalışır. Partner ilişkisinde de duyguların hissedilmesi, paylaşılması, yaşanmasına karşı, flört etmeye ya da yakınlaşmaya karşı direnç görülebilir.

Her ne kadar karşı tarafın bağlanmasından korkulması olarak nitelendirilse de temel korku kişinin kendisindedir.

Parayı ya da işini kaybetme korkusu da buna örnek olarak verilebilir. En üst noktada ise kişi yalnız kalmayı “tercih eder”, bu bağ kurmaktan korkmanın verdiği korkunun reddi ve mantığa bürüme mekanizmasıyla baş edilebilir kılınmaya çalışılan halidir.

Herşeyle ilişki kurmaya çalışma halinde ise kişi sürekli bir çaba içerisindedir ve ama kurduğu bu ilişkilerde ilişkinin devamı için bekleneni yapmak, karşı tarafın tasarladığı olmak, kendiliğinden vazgeçmek söz konusudur.

Kişi ilişki kurarak “yalnız” kalmayacağı ve yaşamın devamına yönelik güveni hissetmek ister. Ama bir diğer yandan yine bunun bitme ihtimaline yönelik kaygı yaşar. Bu da karşı tarafın beklentilerini karşılamaya dönük davranışlar, kendini kabul ettirme, kendini sevdirme çabasına neden olur.

Başarı odaklı olmak, herşeyi mükemmel yapmaya çalışmak da bununla ilgilidir. Anneyi yitirmemek için beklenileni yerine getirmeye çalışan uyumlu çocuk olmak, sevilmek için sağlığından öte eşi beğenmeye devam etsin diye zayıf /fit kalmaya çalışan eş olmak, işyerinde verilen görevi yerine getirip fikrini beyan etmeyen çalışan olmak, eleştirildiğinde çökkünlük yaşayan kişiler olmak bu durumun getirisidir. Karşı tarafın sevgisini kazanmak için onun hoşuna gidecek davranışları sergilemek, karşı tarafın rahatsız olacağı davranışlardan uzak durmak bir süre sonra kişinin silikleşmesi, hissettiği duyguları bastırıp gecikmiş tepkisel davranışlar göstermesine neden olur. Buradaki kısır döngü kişinin kabulle ilgili hissettiği kaygıyla hareket edip, bu kadar yetersiz ve silikken nasıl kabul edileceğine yönelik kaygıyı da yaşamasıdır. Bu da kişinin sürekli huzursuz olmasına neden olur.

Önemli bir bilgi, genel olarak bu kaygılarımızın farkında olmamamızdır. İlişkiler devam eder ve ama şeklini belirleyen şey kaygının derecesi ve kendimizi ilişkilerde nasıl anlamlandırdığımızdır. Peki bütün bu elimizdeki bilgilerle ne yapmamız gerekir?

Birazdan soracağım şu soru kendi adıma önemli bir sorudur; Bu yazıyı okurken kendinizi hangisi olarak nitelendirdiniz? Yani çocuğuyla bağ sorunları olan anne baba rolüyle mi okudunuz yazıyı, yoksa anne babasıyla bağ sorunları olan çocuk olarak mı?

Eğer çocuk rolünde kalırsanız neyi neden yaptığınızı farketmeye yönelik sürece bir adım daha yakın olabilirsiniz. Diğer tarafta kalmak biraz daha suçluluk ya da diğer olumsuz duygularda kalmamıza neden olacaktır ki yazının amacı bu değildir. Yani yazıyla bağ mı kurmak istersiniz (şifa almak), yazıyla bağımlı bir ilişki mi kurmak niyetindesiniz (acıda kalmak)? Yazıyla bağ kurmanız yazıdan nasıl yararlanacağınızı sorgulamanızı, neyi neden yaptığınızdan öte hangi duyguları neden hissettiğinizi keşfettirecek kısma bir adım daha yaklaşmanızı sağlayacaktır. Ne yaptığımız ve neden yaptığımız önemlidir ama unutulmamalıdır ki duygu ya da inanç (kendimiz ve öteki ile ilgili) değiştiğinde ilişki değişir. Bağlanma ile ilgili sorunlarımızı nerede, ne yaptığımıza bakarak tanımlayabiliriz. Bu, durumun davranış boyutunda tanımlanmasıdır. Ancak asıl mevzu yakınlıktır ve yakınlık için aradaki olumsuz duyguların kalkması gerekir. O nedenle davranıştan öte olumsuz olarak nitelendireceğimiz davranışa (örneğin birine öfkelenerek bağırmaya) neden olan “asıl” duygunun , “asıl” korkunun ne olduğunu keşfetmemiz gerekir.

Neyi neden hissettiğimizi doğru anlamak davranışlarımızı değiştirme konusunda yardımcı olacak en önemli adımdır. Ancak ondan sonra kontrol dışı davranışlarımız öncesinde aslında ne hissettiğimizi ve neden hissettiğimizi farkedip başka bir davranış geliştirebiliriz.

Bu bizim yaşamda karşılaştığımız her yeni durumda kendimizi, kendiliğimizi yitirmeden ve başkalarının kendiliğini göz ardı etmeden cesaretle “yaratma” sürecine katılmamızdır. Hepimizde bu potansiyelin olduğunu kabul ederek aşağıdaki kısa bilgiyi yeniden hatırlatmak isterim;

Bebek doğumla, bilmediği bir dünyaya geçiş yapar ve aslında bu dünyayla ilgili bir tasarımı da yoktur, tıpkı ölümlülüğümüz ve sonrasının belirsizliği gibi.

Bebek “cesaret”le doğumu başlatır. Burada doğulan yer, durum herşey belirsizdir. Dolayısıyla belirsizliğe karşı cesaretle hareket etme potansiyeli, vaktiyle doğma cesaretini göstermiş şu an bu yazıyı okuyan herkeste mevcuttur! 🙂

Yeterki hayatta yer alma cesaretinden uzaklaşmamıza neden olan duyguların ve kaynaklarının farkına varalım ve unutmayalım herşey ama herşey değişir, dönüşür, telafisi olmayan hiç bir durum yoktur.

Sevgiyle…

Kaynak:

Yakın İlişkilerde Bağlanma Örüntülerinin Araştırılması Ve Yeniden Yapılandırılmasında “Güvenli Üs” Olarak Psikodrama – Dr.Psk. Yeşim Türköz  Psikodramatist–İstanbul Psikodrama Enstitüsü– Mezuniyet Tezi

Gülay Okutucu Karaman

Psikoloji eğitimini tamamladığı 2000 yılından bu yana pek çok yaşama, bilgiye, anıya, sırra sahipleriyle birlikte dokundu, her bir bilgi, bedeninin kayıtlarına girip başka bilgilerin kapısını araladı.
Sonra yaşamını, yaşamla bağlarını tümden değiştirecek önemli bir gelişme oldu. Anne oldu:) Oğulları Ali ve Selim , kendi tekamül sürecinin en güzel aynaları oldular. Onlardan sonra anne-çocuk ilişkisine yaklaşımında bambaşka bir dünyaya geçti, mesleki olgunlaşmasında oğullarının payının büyüklüğünün çok farkında:)
Çocukluk onun için yaşamın en değerli, yaşamdaki anlamımızı  belirleyen en önemli dönemi. Bu nedenle hem çocuklarla, hem yetişkinlerin çocukluklarıyla ilgili yapılabilecek herşey onun için ayrı bir öneme sahip.
Herşeyin değişip, dönüşebileceği ve telafi edilebileceği inancı hem yaşamına hem mesleğini yerine getirme biçimine yön veriyor.
Halen Yetişkin Psikoterapisti ve EMDR Terapisti olarak çalışmalarına devam etmekte; anne rolününün başladığı hamilelik dönemine yönelik anne adaylarıyla terapi sürecini yürütmekte; anne-baba-çocuk ilişkilerine ve doğumundan itibaren bebek ve çocuk gelişimine yönelik anne/babalara danışmanlık vermekte; psikodrama yaşantı grupları gerçekleştirmektedir.
Görsel: www.weheartit.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir