KÖKLER VE KANATLAR
İnsan hem biraz kuş, hem de biraz ağaç gibi. Yerini sevmek, dünyaya bağlanmak ve her baharda daha da yukarı uzanabilmek için köklere ihtiyaç duyuyor. Tuhaf olanı köklendikçe de kanatlanıyor. Uçmaya, bağımsızlaşmaya hazırlanıyor. Bir çocuk uçabilmek için önce güvenmek istiyor. Çünkü güven yoksa o uçuş daha çok bir kaçışı andırıyor.
Çocukken kurduğumuz bağlar görünmeyen köklerimiz gibi bizi hayata, dünyaya ve kendi küçük topluluğumuza bağlayan. Hatta biraz kimliğimiz o bağların bizdeki hikayesi ve bize hissettirdikleri. Bağlarımız sayesinde dünya; ya güvenli bir yer ya da hiç değilmiş gibi. Bağlarla inşa ediliyor peşpeşe özdeğer, özsaygı, özyeter, özgüven ve özsevgi. Çünkü ebeveynlerimiz ya da bakım verenlerimiz ile kurduğumuz bağ bütün dünya ile kurduğumuz bağ demek daha yolun en başında. Onların bizimle kurduğu ilişki kendi özümüzle, kendimizle kurduğumuz ilişkiye dönüşüyor zamanla. Kendimizle kurduğumuz ilişki de dünya ile kurduğumuz ilişkiye…
Bağımsızlaşma cesaretini de elinde tutuyor bu yüzden çocukken kurulan bağlar. Ve aynı sebepten eğer bağlar zayıf, zemin güvensiz ise o çok beklediğimiz bağımsızlaşma da bir tuhaf gerçekleşiyor. Kimisi duvarlar örüyor etrafına kendini yalnız bırakıyor, kimisi başka bir şeye bağımlı hale geliyor, kimi hiç yardım iste(ye)miyor, kimi ise kendi ayaklarının üzerinde duramıyor. Hepimiz başkayız ya işte… Oradan pay biçin kendinize; tepkilerimiz de başka oluyor köklerdeki dengesizliğe.
İşte bu yüzden güvenli bağlanma evet, önemli. Hele ki bağımsızlığın çocuğun davranışları üzerinden okunduğu ve bir etikete dönüştürüldüğü şu dönemde. Bağımsızlığı gece yalnız uyuyamamaya, kucak istemeye ya da erken yaşta kreşe alışmış olmaya bağlamak zemini oldukça kaydırıyor gerçekte. Çünkü çocuğun o anki ihtiyacına, ailenin dinamiklerine değil davranışa odaklıyoruz ve ister istemez de çekiştiriyoruz. Çocuğumuza beklenen davranışı bir an önce kazandırabilmek için yöntemler uyguluyor, birbirimizi duymaktan uzaklaşıyoruz. Çocuğu bağımlı, kendimizi yetersiz olarak etiketliyor, yargılıyoruz. Çocukla ve kendimizle olan bağları yıpratıyor, güven zemininden koşullu sevgi yani yargılama zeminine geçiyoruz.
Bu gibi durumlarda çocuğa bağımlı/bağımsız etiketlerinin dar penceresinden bakmaktansa ihtiyaç ve güçlendirme bağlamında yaklaşmak aramızdaki güveni daha çok hissettiriyor bana. Çünkü ayaklarımı güvenin sağlam zeminine bastığımda hem çocuğumu hem de kendimi duyabiliyorum. Çocuğumun hangi konuda desteğe, güçlenmeye ihtiyacı olduğunu da görebiliyor ve ona yardımcı olabiliyorum. Çocuğum anlaşıldığını, görüldüğünü, önemsendiğini biliyor ve bizim ihtiyaçlarımızla da uzlaşma noktasına yaklaşabiliyor. Kendimi duyabildiğimde bütün bunları kendim için de yapabiliyor, kendimi anlıyor ve güçlendiriyorum. Böylece popüler kültürce sürekli pompalanan etiketlere gerek dahi kalmıyor, çünkü insanı ihtiyaçlar, duygular ve arzular bütünü olarak görebiliyor, kabul içinde bir anlayış geliştirebiliyorum.
Bağımsızlaşma zaman içerisinde çocuğa ve aileye özgü biçimlerde kendini belli eden bir olgu. Bir anda da oluşmuyor hiçbir zaman; parça parça özyeter ve özgüven ile birlikte gelişiyor çocukta. İtelemekle, zorunda bırakmak veya “eğitmekle” çocuğa öğretilen şey “duygularımın bir önemi yok, sadece benden bekleneni yapmam gerek”ten başka bir şey değil aslında. Güvenli bağlanma kavramı tam da bu nedenle çocuğu erken yaşta bağımsız davranmaya “eğiten” yaklaşımın karşısında duruyor ve annelere bağ kurabilmeleri için yöntemler öneriyor. Doğumda ten tene temas, slingle taşıma, birlikte uyuma, bol kucak zamanı, emzirme vb yöntemler erken dönemde anne bebek arasındaki bağı gerçekten destekliyor.
Ancak etrafımda bu yöntemlerin bir veya bir kaçını uygula(ya)madığı ya da dönem dönem duygusal dengesizlikler yaşadığı için güvenli bağlanma kaygısı yaşayan o kadar çok anne var ki, bu konu beni çocuğu bağımsızlaştırma baskısı nedeniyle endişelenen ebeveynler kadar çok düşündürüyor. Bağımsızlaşma kavramı nasıl belli yaş aralıklarına sıkıştırılıp, davranışlara indirgeniyorsa, güvenli bağlanmanın da belli yöntemlere ve yine yaş aralıklarına (0-3 yaş gibi) indirgenmesi ebeveynlerde kaygıya neden oluyor. Belli koşulları sağlayamadığı için çocuğu ile güvenli bağlanamadığını ve bu yüzden çocuğunun hayatını karartacağını düşünen anne sayısı hiç de azımsanacak gibi değil.
Hepimizin kendi içinde öyle dertleri var ki ödümüz kopuyor çocuğumuza aktaracağız diye aynılarını. Bir şeyleri yanlış yapmayacağız, güvenli bağlanacağız, zamanında bağımsızlaştıracağız, canını hiç yakmayacağız… Bu duygular içinde göremiyoruz o bağların onarılabilirliğini. Belki kendimizinkilerini onarmaya hiç girişmediğimizden, kendi duygularımızın, hayatımızın sorumluluğunu almadığımızdan ve kendimizi geçmişimizin kurbanı olarak gördüğümüzden bilemiyorum; çocuklarımızı da bizim kurbanımız olarak görüyoruz. Bu pencereden bakınca da korkuyoruz. Oysa hepimiz kendimizi iyi etme becerisine sahibiz. Hepimiz karşımızdaki ile ilişkimizi iyileştirme becerisine sahibiz. Hepimiz çocuklarımızın iyileşmesi ve güçlenmesi için onların yanında durma becerisine sahibiz. Tek ihtiyacımız hem kendi içimize hem karşımızdakine yöneltecegimiz anlama çabası, kabul, kalp dili ve can kulağı.
27 yaşında değişime niyet etmiş taze bir anneyken annemle nasıl yeniden bağlandığımızı düşününce umut doluyor benim içime; hem kendim, hem de çocuklar için. İyileştikçe, kendiminkileri de iyi ettikçe bağların onarılabilir olduğunu biliyorum şimdi ben. Hayatla, annemle, babamla, kendimle güvenli bağlandığımı hissediyorum çünkü. Yeniden bağ kurduğumu… Yeniden ama bambaşka köklendiğimi… İnsan yolculuğu çünkü bu; indirgenemiyor hiç bir kalıba, yaşa veya tanıma. Bin türlü yoldan varıyoruz şifaya.
Anneme duyduğum onca öfke bir gün bana “Geçmişte olan bitenin seni ne kadar hırpaladığını o zaman göremedim. Elimden gelen oydu, fazlası değil. Değiştiremem ama şimdi… Şimdi neye ihtiyacın var?” diye sormasıyla sakinlemişti. İhtiyacımı duyması ve anlamasıyla o en zor anımda kapılar açıldı içimde ona. Sadece bu kadardı, bu kadar yalındı. O zamanlar çok “bağımsızdım” güya ben, çok “güçlü”; hem de hiç yardım iste(ye)meyecek kadar güçlü(!) ama “onaylanmadığımda” kendimden şüphe edecek ya da fikrimi değiştirecek kadar da bağımlı. Onay bağımlısı…
Ama şimdi?
Şimdi “bağlı”yım hayata, anneme, babama, eşime ve kızıma… Ve özgürüm çünkü köklendikçe kanatlandım ben 30lu yaşlarımda..
Şule Seda Ay
Yolcu, hikaye anlatıcısı ve şifacı. Kendini, insanı ve dünyayı anlamaya, soru sormaya ve hayal kurmaya meraklı. Küçük bir köyde hayallerini inşa etmeye çalışıyor. İçsel yolculuk, iyileşme, okulsuz öğrenim, kırsalda yaşam ve doğa ile yeniden bağ kurma üzerine çok düşünüyor. Homeopati ve hollistik enerji terapisi ile şifa öğreniyor.
Gorsel: www.babygaga.com